Maaşını Bir Türlü Alamayan Adam

Türkiye’de özel sektör çalışanlarının durumu hakkında kara mizah da yazılır dram da. Memlekette bir laf var iş çok gençler iş beğenmiyor diye. Hem kendi deneyimlerimden hem de bir türlü maaş alamayan adamın deneyimlerinden öğrendiğim kadarıyla gerçekten iş çok. Ama iş beğenmek de cidden kolay değil. Patron mutlu son istiyor diyorlar ya cidden çok şey istiyor. Önce diyor ki biz bir aileyiz. Sonra diyor ki ee aileyiz çok çalışacaksın. Bunda sorun yok. Çünkü biz çalışkanız zaten. Diyor ki yasal çalışma süresi sekiz saat ama ben on saat çalışmanı istiyorum. Şimdi diyeceksiniz ki gençler tembel çok çalışmayı sevmiyor. Mesele o da değil. Adam on saat çalıştıracak ama yine sekiz saatlik maaş verecek. Sonra baktı malsın ondört saate çıkaracak. Hadi aileyiz dedik gönlümden koptu çok çalıştım maaşsız. Maaş zamanı geldi. Ailem dedi ki param yok. “Bu ay sana anlaştığımız miktardan değil asgariden ödeme yapacağım.” Derse şükret. Şükret çünkü asgari vermeyen bile çok. Yani hiç maaş vermiyor. Aileyiz ya siz yine adama çalışıyorsunuz. Verdiğiniz yol paraları sizin cebinizden çıkıyor. Kirayı nasıl ödeyeceğinizin derdine düşmeye başlıyorsunuz. Patron istiyor da istiyor. Ne istiyor. Elbette ki sigortasız çalışmanızı istiyor. Bir de iş kazası geçirirseniz tadından yenmez hale geliyor kariyeriniz. Ama ailesiniz. Yani aslında babanızın hayrına çalışıyorsunuz adam onu demiş siz yanlış anlamışsınız. Kısaca adamlar haklı millet. İş çok beğenmiyorsunuz. Çalışıyor musunuz ona bakın. Paraya ve sigortaya kimin ihtiyacı var ki.
Bir kitap yazdım internette. Bu hikayeleri roman haline getirdim dediler ki yok öyle bir dünya. Maalesef internette yazdıklarımı okuyanlar daha açılmamış tomurcuklardı. Bilselerdi dünyayı öyle deselerdi bana bunları vallahi canım bu kadar sıkılmayacaktı. Dedim ki ben de bir zamanlar tomurcuktum. Maaşını bir türlü alamayan bir adam tanırdım. Ben onun gibi olamadım üç senede bilemedin beş senede umutlarım tükeniverdi ama o hiç vazgeçmedi hep güvendi insanlara.
Şanslı değildi o kadar. Hem okuyup hem çalışmak zorundaydı. Üniversiteyi okurken bir restorana girdi garson olmak için. Maaşını düzenli vermediler. Çıktı sonunda.
Okulu bitince dört yıla tamamlamak istedi. Açık öğretim okuyacaktı. Artık çok daha rahat çalışabilirdi. Girdiği iş yeri büyük vaatler verdiği için fena gaza geldi. Sigortasız iki yüz lirayla dört yüz lira arası maaşa günde en az onaltı saat çalışıyordu. Sabah dokuz akşam beş aynı gün gece onikide tekrar gidip sabah beşe kadar çalışıyordu. Haftanın yedi günü çalışıyordu. Çalışma temposundan dolayı sürekli hasta oluyordu. Bir seneyi doldurunca ondan bir hafta sonu için yıllık izin almasını istedim. Karşılığında yıllık izinleri on yılın sonunda vermeye başladıklarını söylediler. Sonuçta oradan çalışma koşulları kötü olduğundan değil iş kazası geçirip ayağını kırdıktan sonra ayrıldı. Sigortasız olduğu için durumu sakladı. Ayağı alçıdayken işe gelmediği için işten attılar.
Sonra girdiği işte çok iyi maaş aldı. Ve tam zamanında alıyordu. Fakat orada da beş altı ay sonra, iki vardiyaya iki ayrı personel almaktansa çift vardiya çalıştırmaya başladılar. Tabii maaş artmadı. Sabah sekiz gece onbir çalışıyordu. Haftanın yedi günü. Bayram tatillerinde izni ve yıllık izni yoktu. İş dışında bir hayatı olmadığından bunaldığı için kendi gibi çalışan arkadaşlarıyla gece sabaha kadar eğlenmeye başladılar. Uzun süre uykusuz kalınca eskisinden de kötü hastalanmaya başladı. İş yeri kapanınca oradan da çıkmış oldu. Birkaç tane daha aynı sektörde işe girdi. Hep aynı şeyle karşılaşınca sektörü bıraktı. Yıllar sonra bir aylığına tekrar sektöre döndü. O kadar kaşarlanınca tavrını koymuştu. İki müdürü vardı. Onu alan müdür mantıklıydı. Çok deneyimli olduğu için almıştı. Ama diğer müdürün manyaklığından dolayı işten çıktı. Diğer müdür bu işi hiç bilmiyormuş. Ama işe girerken biliyor gibi davranmış muhtemelen. Durumu çaktırmamaya çalışıyordu. Çaktırmamak için işi hiç bilmeyen onsekiz yaşından küçük çocukları işe almaya çalışıyordu. İşler düzgün yapılmasın diye çok uğraşıyordu. Bir de iş yerinden malzeme çalıyordu sanırım. Bir gün patronla konuştuğunu patronun onu işten çıkardığını söylemiş. İnanmadık lakin artık ortamdan çok sıkıldığı için işten çıktı. Sonra öğrendik ki gerçekten de patron onu işten çıkarmamış. Müdür kendi bıraktığını söylemiş patrona. Ondan sonra da biraz deneyim sahibi olan herkesi aynı şekilde işten çıkarıp yerlerine on sekiz yaşından küçük çocukları almış. Sonra anlaşılmış herhalde o müdürle diğer çocukları işten çıkarmışlar.
Sonra girdiği iş yerinde maaşını tam ve zamanında almasına rağmen her şey çok daha kötüydü. Çalışanlara eziyet ediyorlardı. İnsanların namaz kılmasını bile yasaklamışlar. Müdürü de eğitim durumu kompleksine girmiş. Kendi lise mezunu bizimki üniversite mezunu. Önüne 100 sayfalık ingilizce bir kullanma kılavuzu koyup bir saat içinde mota mot çeviri yapmasını istemişler. Bir saatte bırak çeviriyi aynısını bile bir kağıda yazamazsın. Anca fotokopi çekersin. Hani oku ne anlatıyor bize anlat dese bir yere kadar. Sonra ingilizce biliyorum deme demişler.
Bir de yaptığı her işi olmamış bir daha yap diyorlarmış. Bir süre sonra bizimki yaptığı işe hiç bakmadan böyle dediklerini anlamış. Böylelikle bir daha yap dediklerinde yaptığı işe dokunmamaya, oyalanmaya başlamış. Yeniden yapmış gibi davranınca kabul ediyorlarmış. Neyse, iş yerindeki mobbing yüzünden ülser oldu. Bir gün rapor aldı. Ertesi gün, bir gün rapor aldı diye işten çıkarmışlar. Müdür git derken küfür etmiş. Bizimki de müdürü tek bir tekmeyle bayıltmış. İçinde kalan bir şey varsa onu şöyle gönül rahatlığıyla dövememesi olmuş. Hemen bayılmasaymış da bir güzel dövseymiş.
Sonraki girdiği iş yerinde maaş falan istemeden kaçtı. Gayrimenkul satma işiydi. İnsanları toplayıp gayrimenkulleri gösterecekti. Ama insanları toplayıp götürdüğü yerde ne bir gayrimenkul ne bir arsa olunca dolandırıcı firma olduğunu düşünüp bir ay bile dolmadan oradan kaçtı.
Sonraki işi iyi bir öğretmenlik işiydi. Üçüncü üniversitesi olan Eğitim Fakültesine başlamıştı. Bulduğu öğretmenlik işi ilk okuduğu bölümle ilgiliydi. Oradan maaşını tam aldı ama üç ay gecikmeli. İş yeri batınca çıktı. Hiç boş durmamıştı. İlk üniversitesini okurken bir dövüş sporunu öğrenmiş ve o konuda uzmanlaşmıştı. Bu alanda spor öğretmenliği işi olarak belediyeye girdi. İlk ay ücretini vermeyince ben hiç ücretini vermeyeceklerini düşünüp en azından spor salonunu antreman için kullanmalarını tavsiye ettim. Çünkü şahsen benim belediyeye zerre güvenim yoktu. Yani en azından başka antremanlar için salon kirası derdinden kurtulacaklardı. Bir yıl geçti. Hem verdiği hizmet için anlaşmasına rağmen hiç ücret almıyordu hem de belediye utanmadan bu kurs üzerinden reklam yapıyordu. Bunun üzerine bir yıllık ücretimi verin diye bastırdı. O sırada işe beraber girdiği ama derslere hiç girmeyen, bütün işi ona bırakan diğer öğretmen ortaya çıktı. Bizimki fazla iyi niyetli olduğundan çoluğu çocuğu var diye hoş görüyordu onu. Maalesef diğer öğretmen belediyeye tam tersini söylemiş. Bütün derslere sadece kendisinin girdiğini söylemiş. Maalesef her insan hak yemekten, vicdansızlıktan korkmuyor. Ücreti o mu aldı yoksa cidden belediye hiç mi ücret ödemedi hala bilmiyoruz. Ama birkaç yıl sonra belediyedeki birçok çalışan fetöden dolayı işten çıkarıldı.
Üçüncü üniversitesine hala devam etmekteyken cüssesini de arkasına alıp geceleri güvenlik işine girmeye karar verdi. İyi bir maaş alıyordu. Ancak bir yerde üstüne ateş açılınca o işi bırakmasını ben istedim. Sonuçta can daha önemli.
Artık okulu bitmek üzereyken bir firmaya yönetici olarak girdi. Çok havalıydı ancak yine maaş alamadı. Beş yüz lira verdiler. Sigortayı da bir iki hafta yapmışlar. Biraz da benüm baskımla kasadan alması gereken ücreti alıp çıktı. Sanırım artık benim güvenim kırılmıştı insanlara karşı. Onlar hakkımı vermiyorsa ben almasını bilirim havasına girmiştim. Aslında böyle olmak zorunda kalmıştım.
En sonunda sıkılıp kendi işini açmaya karar verdi. Mezun da olmuştu. Sanat atölyesi olarak vergiden de muaftı. Özel müşteriler dışında beraber çalıştığı firmalar ücretini hep fazlasıyla ödediler. Ancak dolar yükselince, o firmalar batınca özel müşteriler kurtarmamaya başladı. Özel müşterilerle de sıkıntı yoktu. Sadece bir vaka vardı ondan bahsetmek isterim. Bir adam bir kadın fotoğrafı getirip kara kalem çalışmasını istedi. Ama imza atmayın dedi. Bizimki de kabul etti. Muhtemelen fotoğraftaki kadına ben çizdim diyecekti. Biz de bunu anlamayacak kadar salak değildik. Adam işin nasıl olduğunu görmek için fotoğrafını istemiş. Bizimki yine fazla iyi niyetiyle adam ücret ödeyecek görmek hakkı diyerek fotoğrafını göndermiş. Benim aklıma gelen şu, şimdi adam onu fotokopi çektirip üstünden geçerek kız arkadaşına hediye edecek. Sonra da ücretini ödemeyecek. Biliyorum çok umutsuzsun insanlara güvenin kalmamış diyeceksiniz. Keşke yanılsaydım. Adam sonra ortaya çıkmadı. Artık kitap yazıp yayınlayacak kadar deliren ben adamın gönderdiği fotoyu google görsellerden arayıp kadını buldum. Facebook profil fotoğrafıymış. Oradan da adamı buldum. Yerel bir televizyon kanalında çalışıyormuş. Bizimki sen dur ben kanalı tanıyorum diyip kanala adamı bulmaya gidiyor. Kanaldan burada öyle biri çalışmıyor diyorlar. Fotoğraftaki kadıncağız bir köyde yaşayan muhtemelen biraz saf biri. Adam da kendini kadını kandırmaya vermiş. Ben gözümü karartıp kadına her şeyi yazdım. Tabii kadın şok geçirdi. Büyük ihtimalle ayrılmalarına sebep oldum. Adam kadının elinden telefonu alıp bana hakaret ve küfür etti. Bunun üzerine bizimki çok sinirlenip adamı arayıp nasıl tehdit ettiyse adam beni geri arayıp özür diledi. Neyse bu garip vaka dışında pek problem yaşamadı.
Sonra bu kadar dolandırılma acaba yaşadığı şehirle mi alakalı diyip İstanbul’a taşındı. İstanbul’a gelince ilk girdiği iş şu ana kadar girdiği en iyi iş olarak literatüre girmeye aday. Maaşı hep tam ve zamanında yattı. Sigortasız çalışmasına rağmen çalıştığı en iyi yerdi. Bir okuldan teklif alınca öğretmen olma hayalleriyle oradan ayrıldı.
Özel okullarla ilgili ayrı bir yazı yazacağım. Ama tahmin ederseniz orada da işler iyi gitmedi. Zaten girer girmez ilk üç buçuk ay maaşı yarım aldı ve sigortası yatmadı. Sonra öğretmenlere ödenmesi gereken eğitim öğretim ödeneği ödenmedi ama aldım diye imza attırdılar. Aslında uzun süre atmayacağım dedi ama bütün özel okullar devletten vergi kaçırmak için böyle yapıyorlarmış baskısı gelince patrona acıyıp aldım diye imza attı. Kurumda eğitim mezunu hatta üniversite mezunu olmayan bir sürü öğretmen vardı. Özel okul demeye bin şahit. Son aya kadar maaşını tam aldı çünkü kaşarlanmış biri olarak dişini göstermişti. Ancak hayatının baharında olan yeni mezunların altı ay maaşını yatırmamış. Sene sonunda maaşı ödemeden işten çıkardı. Bizimkinin de sözleşmesi bitince öğretmene ödeyecek param kalmadı diye sözleşmesini yenilemedi. Gerçekten de şimdi birkaç branşa aynı anda lise mezunu biri giriyormuş. Daha öğretmen bile çalıştırmaya tenezzül etmeyen ve her sene maaş problemi nedeniyle öğretmen değiştiren kurumlara veliler neden onbinlerce lira verirler anlamam. Devlet okulu ne kadar daha kötü olabilir ki? Şu sıralar yine bir özel sektör macerasına atıldı. Maaş alacak mı acaba diye merakla bekliyoruz.
Açık konuşayım ben hayata atılmadan önce bütün bunların biraz da maaşını bir türlü alamayan adamın şanssızlığı sanıyordum. Türkiye’nin en iyi okulundan mezun olmuşum yetmemiş üstüne Avrupa’nın en iyi yerlerinde staj yapmışım. Havama diyecek yok. Cv dolu. Zaten popüler bir mesleğim var. Kasıla kasıla dolaşıyorum. Anında iş buluyorum. İlk ay maaşımın yarısını veriyorlar. Patron diyor ki vereceğim sonra. Vermiyor ama sonraki iki ay maaşımı tam alıyorum. Sonraki ay yine maaşımın yarısını alamıyorum. Hoppala zaten bir maaşın yarısı yok. Etti mi sana alacak bir maaş. Ben sonraki aylar fazla maaş beklerken hiç alamadım. Etti mi sana içerde iki maaş. Sonraki ay yine maaş yok. Sonraki ay yine yok. Merkez çok da bereketli. İnanılmaz işliyor. İnananayacaksınız ama bir sedyeye iki hasta yatırıyorduk. Şimdi diyeceksiniz ki özel hastalar parasını ödeyip böyle bir rezilliğe nasıl ses çıkarmazlar. Benim deneyimlediğim kadarıyla insanların devlet hastanelerinde sesi çıkıyor. Özelde para verince kuzu oluyorlar. Neyse çalışanlar rezil durumda çoluğu çocuğu olanlar var. Neymiş efendim patron kendine yeni yer açacakmış. Tabii patronum yeni yer aç sen biz aç bitap çalışırız senin için derken, adam kendine son model arabayı da çekti mi. Ben de dolmuşa binecek para kalmadı. Bari dolmuş parası ver dedim vermedi şerefsiz. Sonuç olarak birilerini aratarak senet imzalatıp çıktım iş yerinden. Altı ay sonra zarla zorla aldım paramı.
Hani sanki kendi paramı istemiyorum da adamdan borç para istiyorum. Başarılı bir öğrencilikten sonra geriye dönüp baktığımda dedim ki acaba yalan mıydı bütün hayatım. Bunun için mi gençliğimi heba edip çalışmıştım o kadar sınavı. Böyle olacağını bilseydim gençliğimi öyle yaşar mıydım? İşte böyle aklıma geldi Tekrar ergen olsamın kurgusu. Bir gün internette yayınlayıp iki milyon tıklanacağını, binlerce yorum alacağını, çok iyi bir yayınevi tarafından basılıp raflarda yerini bulacağını da tahmin etmemiştim. Duyduğuma göre eski patronum kendine yeni bir iş yeri açmış. Ee adam çalışanına maaş vermeyecek ki kar edip büyüyecek değil mi? Sanırım işte o ergenken gördüğüm gibi toz pembe değilmiş hayat. İyi kalpli değilmiş insanlar. Baya baya vicdansızlık ve adaletsizlik doluymuş hayat. Bana da bu hayat derslerinden bir kitap kaldı elimde. Öyle değerliydi ki paha biçilmezdi benim için.
Dahası…
Dahası mı var evet var. Sonra düzgün olur diye büyük bir hastanede işe girdim. Hayal kırıklığım sadece maaş açısından değildi. Daha önceki iş yerimde diploması olmayan alaylı diye adlandırılan personeller çalıştırılıyordu. Bu şekilde hem istihdam doğal olarak olmuyordu hem de kendi sağlığım bozulsa bana yüzde elliden fazla olasılıkla yetkin olmayan kişilerin bakacağını öğrenmiştim. Daha önceki çalıştığım iş yerindeki personel alaylı olsa da sağlık meslek lisesi mezunlarıydı. Bu çalıştığım özel hastanedekiler sağlık meslek lisesi mezunu bile değildi. Ortopedistin yapması gereken uygulamayı sekreter yapar. Temizlikçi personel ameliyathanede hemşire olur. Asgari maaş alan personele asgari geçim indirimini vermeyip aldım imzası attırıp cebe atarlar. Günde on saat çalıştırıp denetime geldiklerinde mesai ücreti yatırıp elden geri isterler. İlk altı ay maaşımı aldım almasına, sonraki ay durduk yere maaşımdan kırpmaya başladıklarında o beğenmediğim devlete girmeye karar verdim. Bunun için eğitimim ve mesleğimle hiç alakası olmayan KPSS diye bir sınava girmem gerekiyordu. Allahtan o dönem benim gibi çoğu meslektaşım devleti beğenmediği için kadrolar açıktı. Hatta bu bir ara haber bile olmuştu. Böylelikle özel sektör maceram sona erdi. Şimdi meslektaşlarım da yana yakıla devlete girmeye çalışıyor.
Hani memlekette iş çok gençler beğenmiyor diyorlar ya çok doğru. Sigortasız ve maaşsız iş çok. Gençleri maaş vereceğim sigorta yapacağım diye üstelik günlük sekiz saatin üzerine beş kuruş vermeden çalıştıran uyanık çok.
Sonuç olarak evet ülkede iş çok ama sadece maaşlı ve güvenceli işleri iş sayarsak işsizlik çok ciddi boyutlarda. İnsan bazı şeyleri bizzat yaşamadıkça anlamıyor. Özel hastanede çalışırken part time gittiğim bir kurumdan maaşımı tam ve zamanında aldım. Kaşarlandığım için anlaşma yaparken maaşımın gününü dahi geçirirlerse ertesi gün gelmeyeceğimi söyledim. Kurum batıncaya kadar devam ettim. Şu an devlette rahatım ve her gün devlet de batmasın diye dua ediyorum. Kendi özel sektör tecrübelerime dayanarak özel kurumların iş kanunlarına tam olarak uyma yüzdesine yüzde onbeş derim. Maaşını bir türlü alamayan adamın tecrübelerine göre maalesef bu oran sıfıra iniyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir