Gülseren Budayıcıoğlu Dizileri Eleştirisi

Kitabım çıkınca okumadan eleştiri yazan çok oldu. Ben de acısını çıkarayım. Evet Gülseren Budayıcıoğlu kitaplarını okumadım. Zaten nerede popüler bir şey görsem kaçarım. Dizileri de izlemedim. Nasıl izleyeyim oturup 2 saat. Biraz atlayarak izledim aslında. Spoiler videoları sağ olsun tüm hikayeleri de öğrendim. Yazıyı düzenlerken çokca kötü yorum yazdığımı fark ettim. O yüzden buraya iyi yorumlarımın da ekliyorum. Diziler her hikayede gördüğümüz kötü karakterlerin aslında geçmişte yaşadıklarından dolayı kötü olduğunu bize gösteriyor. Bu da içimizdeki insan sevgisine zarar vermiyor. Ayrıca bu diziler, diğer dizilerde çokca gördüğümüz ‘fakir kız zengin erkek peşinde koşmalı’ mesajını veren, kadını mal yerine koyan dizilerden değil.

Hasta mahremiyeti

Bir sağlıkçı olarak hasta mahremiyetinin önemini bilirim. En çok dikkat ettiğimiz şeylerden biridir. Bilimsel araştırmalar için hasta bilgilerinin kullanılmasıyla ilgili rıza formu da imzalattım çokça. Ancak rıza formuna rağmen kullanabildiğimiz bilgiler kısıtlıdır. Hastanın özel hayatı şöyle dursun kimliğini belli edecek hiçbir şey paylaşmayız. Ayrıca bu bilgi paylaşımını, üstünden para kazanmak için değil daha etkili tedavi yöntemleri geliştirmek üzere bilimsel araştırmalarda kullanırız. Bu bilgi paylaşma aktivitesi etik kurullar tarafından titizlikle kontrol edilir. Yani kısaca bu iş o kadar kolay değil.

Türkçe aratınca pek bir şey bulamadım ancak ingilizce aratınca bir psikiyatristin hastasının hikayesini asla paylaşamayacağıyla ilgili bilgiler buldum. Türkiye’de de kanunlar diğer ülkelerden farklı değil. Ancak hastalardan rıza almış Gülseren Hanım. Ama bir türlü anlayamıyorum. İlk kitabını 2004’te yayınlıyor Gülseren Hanım. Editörlüğü, yayınlanması, düzenlemesi dersen 2003’te son halini alsa… Bu hikayeler 2000’lerden hatta belki 1990’lardan. O zaman kitabının yayınlanacağını nereden biliyordu ki rıza aldı? Yıllar sonra diziye çekileceğini nereden biliyordu da ona göre rıza aldı? Yani bir kişi bile demiyor mu “20yıl önce bir rıza verdim. Bu kadar göz önüne çıkacağını bilmiyordum vazgeçiyorum.” Ya da “sen iyi para kazandın benim üzerimden biraz da bize ver” gibi. Ya da o kadar karakterin hepsi mi öldü? Yani bana sorarsanız hastalarından esinlendi ve kurguladı. Diğeri hem mantıklı hem mümkün gelmiyor. Bu durumda da bu hikayeler gerçek hayat hikayeleri diye pazarlanması yanlış oluyor.

Türkiye’nin sorunlarını yazmayalım mı?

Diziler kadına şiddeti özellikle de psikolojik şiddeti ve namus baskısını gözler önüne seriyor. Bunlar Türkiye gerçeği. Elbette gerçekler yansıtılacak. Biz yazmayınca bu olaylar kapanmıyor. Ya da hep çiçekler böcekler mi yazacağız? Fakat her kanalda sürekli kadına şiddeti görmemiz acaba tam tersi bazı yanlış şeyleri pekiştirmeye başlayabilir mi? Son bölümde bekaret kontrolü de varmış ki yasaktır hastanelerde. Ayrıca bu diziler ve filmler sadece şiddeti gösteriyor. Sebeplerine inmiyor. Çözüm sunmuyor. Yani gerçekleri gösterelim ama yanlış bir şekilde işlersek davranışı pekiştirmek dışında bir şey yapmayız. Mesela ‘Şahsiyet’ dizisinde de tecavüz vardı ama sorunun adalet sisteminde olduğunu vurgulamış tecavüzü, kadına şiddeti hiç göstermeden adalet sağlama üzerine bir vurgu yapmıştı.

Ayrıca bu eline erkek eli değmesin anlayışı pek de günümüze uygun değil. Yani artık hiçbir aile çocuğuna bu tarz baskılar yapmıyor. Bana çok nostaljik geldi ki yukarıda dediğim gibi hikayeler 90’lardan danışanlar da 50 yaşlarındaysa normal aslında. Ancak dizi günümüzde geçiyor gibi gösterilmiş. Bu da günümüz sorunlarını çözmediği gibi bazı eski sorunlar da insanlara hatırlatılıp pekiştiriliyor.

Sistemin istediği kadın modeli

Kadın konusunda benzer şeylerin benzer şekilde televizyonda sürekli olarak tekrar ettiğini fark ettiniz mi? Mesela kadına şiddet sürekli işleniyor. Çoğunlukla da sebepleri görmezden gelinip bir çözüm getirilmiyor. Bence son dönemlerde kadına şiddeti en çok tetikleyen şeylerden biri ekonomik sebepler. Bu ekonomi otomatikman eğitimi de etkiliyor. Hiç bundan bahseden yok. Kadını ikinci sınıf gören zihniyet yok olmaya yüz tutmuştu. Ta ki medyada yanlış işlenilip, kadına şiddet gösterenlerin cezaları affedilene kadar. Böylelikle öne çıkmış, pekiştirilmiş oldu. Medya çoğunlukla devletin ideolojik aygıtlarından biridir dostlar. Yani birileri kadını namustur, şiddettir derken sosyal hayattan uzaklaştırmaya çalışıyor. Zaten bazı söylemlere bakıp kadın düşmanlığını görmemek zor. Gülseren Budayıcıoğlu dizileri de yayındaki diğer uygun görmediğimiz kadına şiddet dizilerinden farklı bir şey vaat etmiyor. Hakkını verelim insan psikolojisi konusunda bilgi veriyor olabilir. Ama toplumsal olarak bilinçlendirip, çözüm sunmuyor. Belki bilinçli yapılan bir şey belki de bir popüler kültür döngüsü. Yani tutuyor diyip başka konu işleyememek gibi.

Bir diğer sinir olduğum nokta temizlik titizlik takıntısı. Anladığım kadarıyla Gülseren Budayıcıoğlu karakterlerinin çoğu temizlik takıntısı olan tipler. Sanki başka psikiyatrik hastalık yokmuş gibi. Tek olsa anlayacağım. Televizyonda reality show diye gösterilip gerçekliğin yanından geçmeyen her gösteride kadınlarda bir titizlik takıntısı. Sanki kadın obsesyon derecesine temiz olmalı. Yani öyle kariyer takıntısı, kişisel gelişim, kendini gerçekleştirme değil de temizlik takıntısı olmalı. Kadında olmalı tabii ya kadın evin hizmetçisi çünkü başka hakkı, şansı yok. Bakıyorum televizyonda bunları gören  “iyi ev hanımıyım, temizlik takıntılıyım diye tanıtıyor” kendini. Bir tane “saçıma dokundurmam çok titizim”. diyen yağlı saçlı bir kız vardı mesela şimdi o aklıma geldi. Kısaca yalan çıkıyor. İnsanlar kendilerinden bu bekleniyor sanıp öyle görünmeye çalışıyor. Halbuki hem tembel insan çok hem de internet vs. gibi dikkat dağıtıcı çok. Kimin ev temizliği takıntısı sahibi olacak kadar vakti var?

Günümüz sorunları

Evet kadına şiddet ciddi bir sorun ülkemizde. Ama belki daha yaygın olan işsizlik, kayıtsız çalışma, kötü ekonomik koşullar, işçi haklarıyla ilgili kanunların uygulanmayışı gibi şeyler unutuluyor. Neden kimse bunlardan bahsetmiyor? Neden göz göre göre işçinin hakları yenilirken hukuk sistemi çalışmıyor? Ucuz işçi cenneti mi yaratılmaya çalışılıyor? Buyrun size Gülseren Budayıcıoğlu’nun işçi hassasiyeti:

https://www.google.com/amp/s/www.gazeteduvar.com.tr/amp/isten-cikartilan-5-psikolog-hukuki-surec-baslatiyor-haber-926149

Gerçek hayat hikayesi

Camdaki kız izlediğim kadarıyla gerçekçi gelmedi. Bu kadar bekaret takıntılı, hastalıklı bir anne olsam bekaret korseleriyle uğraşacağıma direkt kızımın dışarıya çıkmasını engeller, eve kapatırdım. Bana böylesi daha mantıklı geldi yani o korse çıkabiliyor sonuçta. Gerçekçi film isterseniz bir önceki yazıma bakabilirsiniz. Size bir tavsiye daha. Geçen gün Netflix’te “Mucize” adında bir Mahsun Kırmızıgül yapımı film buldum. Gerçek hayat hikayesiymiş. Tayini doğuya çıkan bir öğretmenin hikayesini anlatıyor. Gönderildiği köyde okul olmayınca okul inşaa ettiriyor. Bence gerçek hayattan olduğu daha bariz bir film.

Kumru Bölümleri İçin Ekleme

Kumru Editi

Gülseren Budayıcıoğlu dizilerine çokca yapılan yorumlardan biri de dizi sayesinde bir ensest tacizin ortaya çıkmasıydı. Bu da Kumru bölümleriydi. Merak ettim ve izledim o bölümleri. Yani bu gerçek haber reklam stratejisi bende işe yaramıştı. Hem de haberdeki olayda adı geçen öz babaydı. Haber olaydan çok diziyi gösterdiği için bariz reklam olduğunu düşündüm. Ancak olayı araştırınca gerçek olabilme ihtimalinin olduğunu gördüm. Ne diyeyim keşke sadece reklam olsaydı.

Ben de Kumru’nun bölümlerini izledim. Hikayesini anlatıp spoiler verecek olursam. Kumru doğmadan önce babası ölmüş. Kumru 6-7 yaşlarına gelince de annesi başka bir adamla evlenmiş. Adam sapık çıkıyor ve Kumru’nun annesi hamile kaldıktan sonra Kumru’yu istismar etmeye başlıyor. Kumru annesine söylüyor ancak annesi ciddiye almıyor. Kumru annesine söyledi diye üvey babası Kumru’yu evden atıyor ve Kumru’yu babannesine veriyorlar. Kumru’nun babannesi Kumru’ya bakıyor, okula gönderiyor fakat Kumru 17 yaşındayken babannesinin kanser olduğu ortaya çıkıyor. O da sahipsiz kalmasın diye onu iyi biriyle evlendirmek istiyor. Düğün oluyor ancak gerdek gecesi her şey ortaya çıkıyor. Kumru’nun yeni eşi durumu saklasa da Kumru’yu sürekli dövüp aşağılamaya başlıyor. Çocuk bekliyor herkes ama çocuk olmayınca da Kumru suçlanıyor. Sonunda ikinci bir eş, bir kuma getirmeyi düşünmeye başlıyorlar. Kumru da eşinin bir iş arkadaşıyla İstanbul’a kaçıyor. Ancak orada da işler yolunda gitmiyor ve kaçtığı kişi olan Yavuz onu satmaya başlıyor. Kumru hamile kalınca bebeğini korumak için Yavuz’dan kaçıyor ve sonunda bir iş bir yuva buluyor. Çok iyi bir adam bulup onunla evleniyor kızı doğduktan sonra adam da kızına babalık yapıyor.

Ben bu bölümleri çok beğendim. Kurgusunda iyi yanlar daha baskındı bence. Öncelikle kadına şiddet konusunu, cinsel, ekonomik, fiziksel, psikolojik şiddet olarak tamamını işlemiş. Dizi anne figürünün yani öncelikle kadının aciz olduğu kendini koruyamadığı zaman bütün bu travmaların yaşandığını, aciz kadınların çocuklarının da aciz olma ihtimali olup bu şiddet zincirini devam ettirebileceği üzerinde durmuş. Ancak Kumru burada bu zinciri kıran kişi örneği olarak gösterilmiş ve kadına şiddete bir çözüm örneği sunmuş. Babannesi de maalesef kızı evlendirerek koruma gibi bir yanlış fikre kapılmış. Ama köylü yaşlı bir cahil kadın. İlk aklına bunun gelmesi doğal olabilir. Yakın zamanda öleceğini düşündüğünden elbette okutması mantıklı değildi ama alternatif olarak devlet yardımına başvurabilinirdi diye düşünüyorum. Buradan da tabii evliliği kurtuluş olarak görmenin yanlış olduğunu vurguluyor dizi. Kumru’nun ilk evliliğindeki olaylar toplumdaki çarpık kadın görüşlerini çok güzel anlatmış. Kadından bekaret beklentisi, erkeğin ailesinden kanlı çarşaf kontrolü, kadının evlendikten sonra eve kapatılması ve ailesiyle görüştürülmemesi, evliliklerden çevrenin sanki kendi özel hayatlarıymış gibi çocuk beklemesi, çocuk olmazsa önce kadının suçlanması, erkekte herhangi bir arıza olma ihtmalinin verilmemesi, problem yaşanmasına rağmen doktora gidilmemesi gibi pek çok şey işlenmiş. Kanlı çarşaf olsun olmasın hem eşin hem eşin ailesinin kadını sırf kadın olduğu için hor görme fenomenini de ben şuraya ekleyeyim. Tabii kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanamamaları, erkek eline bakmalarındaki bir sebepte özgüvenlerini düşük olarak yetiştirilmiş olmaları. Dizide de Kumru sürekli evlendiği adam ve ailesi tarafından aşağılandığı için özgüveni sürekli düşük oluyor. Yavuz’dan kaçtıktan sonra çalışıp, hayatını kurtarıyor, hiçbir erkeğin eline bakmıyor. Üzerine de başarılı ve mutlu oluyor. Halbuki o zamana kadar Kumru kendi hayatının iplerini hep başkasına bırakıp oradan oraya sürüklenen biriydi. O zamandan itibaren kendi hayatının kontrolünü kendi eline almasıyla hayatı değişiyor. Burada da kadının güçlü olması en önemlisi ekonomik özgürlüğünü kendi elinde olması ve başkasından beklememesi adına yine bence kadına şiddet konusunda çözüm sunuyor. Son olarak Kumru melek gibi bir adam bularak öcü olanın erkekler olmadığını da gösteriyor.

Bu editi yazmama rağmen önceki eleştirilerimi silmedim çünkü biraz araştırınca Kumru’nun hikayesinin kitaptan olmadığını tamamen senaryo olduğunu öğrendim. Zaten birincisi senaryo kötü giderken bir anda rahatlatıyor sonra tekrar kötü ve çözülmede de iyi sonla bitiriyor. Yani seyirci böyle arada rahatlaması lazım ki sıkılmasın. Güzel strateji, daha profesyonel. Dizide çözülmede Kumru’nun üvey babası ölüyor ve annesiyle yüzleşiyor ki bu da konuyu nihayete erdirmiş olup seyirciyi oldukça rahatıyor. Ben bir tek ilk eşiyle de yüzleşmesini eksik buldum. Senaryo Meliha’nın hikayesi çok tuttuğu için ona benzetildiği belli. Halbuki Meliha’nın hikayesine göre çok farklıydı. Meliha’nın hikayesi tamamen dramdı. Seyirciyi rahatlatan hiçbir şey yoktu. Tabii durum psikiyatri olunca hastanın doktora sadece hayatının kötü yanlarından bahsetmesi normal. Gülseren Hanım da hastalarından esinlenip kurgulamış kitaplarını fakat kendisi bir senarist değil, doktor sonuçta o kadar eksi olsun. Pek çok kişi Kumru’nun hikayesinin kurgu olduğunu duyunca gerçek hayat hikayesi diye izledikleri için eleştiri yazmış.

Dizinin eleştireceğim kısmı yine Meliha reytingi yakalamak için benzer bir şey işlemiş olmaları. Her kaçıp kurtulmak isteyen kadın kötü yola mı düşüyor kardeşim? Bu kötü yola düşme fikri de çok klasik bence. Üniversiteye ilk gittiğimde gazozlara ilaç konulduğu zannettiği için dışarı çıkamayan kızlar görüp şok geçirmiştim. Bu kötü yola düşme muhabbeti yıllardır bizde tutuyor demek ki. Küçük bir eleştirim de babannesine kanser tanısının sağlık ocağında konulması oldu. Yani ben mesela bir kulağımı bile temizletemedim sağlık ocağında. O kadar işlevli bir kurum değil gerçekte maalesef. Ve son olarak Kumru çok hızlı iş bulup hayatını kurdu. Kesinlikle mesaj olarak çok hoşuma gitse de normalde maaş vermeyen, işçi dolandıran bir iş yerine denk gelmeme olasılığı pedofiliye denk gelme olasılığından çok daha düşük. Yani benim eşimle denk geldiğim on iş yerinden onunda da patronlar dolandırıcı çıkmıştı geçen yazılarımda da bahsetmiştim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir